23 Aralık 2008 Salı

ISSIZ İNSANLAR


Hani bir film meşhur olur ve herkesin azdan çoktan bir fikri vardır filmle ve de karakterleriyle ilgili. Genelde beğenilen filmlerdir bunlar ancak her defasında da filmi ya da karakterini eleştiren “çıkıntı” fikirli birileri vardır. Ben bu insanların genelde toplumdan farklı düşündüklerini ve farklı olduklarını vurgulamak için bazen özellikle “sevmediklerini” düşünürüm. Her neyse Issız Adam ve Alper’le ilgili de ben benzer bir durumdayım şimdi.
Öncelikle herkes ıssız adamlardan bahsededursun, benim etrafımda ıssız kadınlar daha fazla. Belki de her zaman olduğu gibi kadınlar hayatlarını daha uluorta yaşadıkları daha fazla şey paylaştıkları için böyledir. Bu nedenle ıssız insanlardan bahsetmek istiyorum ıssız adamlar yerine, kadını erkeği yok çünkü bunun bana göre…
Tamam itiraf ediyorum bi yandan da çok çekici Alper, biz kadınlar için. Cool çünkü herşeyden önce. Ve de güzel yemek yapıyor, ve de güzel müzik dinliyor, bir tarafı sevgilisine yemek pişiren, plaklar dinleyen iflah olmaz bir romantik aslında, ama vıcık vıcık da değil hiçbir zaman. Kafasına bağladığı bandanadan komik siyah t-shirtine kadar kendine güven fışkırıyor adamın her yanından. Ve eminim bütün kadınlar az veya çok hayranlık içinde izlerken erkeklerin de hemen hepsi imrenerek bakıyorlar. Bir düşünün etrafınızda kaç kişi kendisinin ıssız adama benzediğini iddia etti, fazla da memnun olmadığını vurgulamaya çalışarak. Hadi canım, istemem yan cebime koy bunun adı. Herkes hayran çünkü Alper’in bir gurur abidesi gibi duruşuna, berbat esprilerindeki özgüvenine..
Hepsi tamam..ama bunların hepsinin altında ciddi bir “bencillik” yatıyor bana göre. Bu kadar bencil olduğu için hayatına kimseyi almıyor / alamıyor. Bu kadar bencil olduğu için uzun süreli ilişkiler kuramıyor, korkuyor çünkü ya bir gün gelir de sevdiğin birini kendinden çok düşünmeye başlarsa? Bu kadar bencil olduğu için bu kadar ıssız aslında. Ve sanıldığı gibi sadece aşk meşk işlerinde değil bu ıssızlık, dostluklarda da kendini gösteriyor. Hatırlayın filmde hep aşktan dem vurulsa da hiç dostu da yok Alper’in. Sadece yanında çalışan çocuk hep yanında. O da korktuğundan mı? imrendiğinden mi? başka seçeneği olmadığından mı bilinmez farklı bir yakınlık ama aynı zaman da hiç kaybolmayan bir uzaklık içinde. Çünkü ıssız insanların dostlara da fazla tahammülü yok kanımca. Aynı hesap: ya birgün gelir de dostu için kendinden fedakarlık yapmak gerekirse? Alırken iyi ama dostluk, vermek de gerektirir bazen ki işte o noktada yine ıssızlığına döner, sevgilisini olduğu gibi dostunu da kaybetmeyi göze alarak. Hiçbir şey kendinden daha önemli olamaz çünkü..
Issız insanlar! Kendi duvarları arasına kimseyi almadıkları için bu kadar ıssızlar…es kaza duvarları arasına sızan her kim olursa olsun, kırmaktan çekinmeyecek, yaka paça onu duvarların dışına atacak kadar da bencil ve acımasızlar. Tanrı hepimizi ıssız insanlardan ve onların duvarlarından korusun!

4 Eylül 2008 Perşembe

HÜZÜN


Yaşı ne kadar büyük olursa olsun ağlar mı insan, arkadaşım saçımı çekti diye? Ağlar, hem de yaşına başına, eğitimine, kültürüne, yerine, zamanına bakmadan ağlar. Acımıştır bir kere içi çünkü, hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır artık…hani insan fark eder ya en ufak bir detayda hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Daha neler neler yaşanmıştır geçmişte, bundan bin beter. Ama işte en ufak bir söz, en ufak bir dokunuş atar tüm köprüleri ve yaşanmış her şeyi. Bir yandan yediremez kendine, bir yandan da söz geçiremez yüreğine. Sabah uyanıp hepsinin rüya olduğunu düşünmek ister, ya da kötü adamların, dostunun kalbine kötülük enjekte ettiğini. Bilerek, isteyerek kırmaz çünkü dostlar birbirini. Anlatamaz bile kimseye, savunur hala herkese karşı, “acaba o aynısını yapar mıydı” soruları eşliğinde. Aslında bellidir bütün soruların cevabı, hepsi bir kapıya çıkar çünkü. Verdiği değer değersiz kalmıştır karşılığında. Hani derler ya “karşılıksız sevgi”. Yalan tamamen, insan karşılık görmek ister değer verdiğinde…
Hayat devam eder…kadın mutsuz, kadın yaralı…en kötüsü de dosttan alınan yaradır, sevgilinin terk etmesi filan hikaye, o zaman omzunda ağlanacak dostu var çünkü, ama dost terk edince ağlanmaz kimsenin omzunda. Kabullenilmez çünkü kolay kolay, itiraf edilmez çok uzun süre kendine bile, aynen devam ettirilir hatta ilişkiler, en azından “gibi yapılır” uzunca bir süre.
Neden sonra bir gün gelir fark eder her gün gördüğü dostu, sadece gözlerinin gördüğünü, artık kalbinin görmediğini. İşte bu nokta dönüm noktasıdır. Bu fark edişle beraber kalbinde onu koyduğu yer de yeniden belirlenir, çemberin merkezinde değil ikinci, üçüncü halkasındadır artık. Ve her şey normalleşir bir anda. Köprünün altından sular akmış, beklentiler azalmış, sevgi şekil değiştirmiştir. Kızgınlığın, kırgınlığın, nefretin yerini yeniden sevgi alır: yeni tanışılmış, fazla bir şey paylaşılmamış birine duyulan sevgi…
Ve hayat devam eder…

28 Ağustos 2008 Perşembe

GERÇEK AŞK

Gerçek aşkı buldum tam 1 yıl önce… Nedir aşkın tanımı? Özellikleri?
Birden bire hayatımıza girer…
Hayatımıza girdiği anda geri kalan her şey anlamını yitirir.
Onu düşündüğümüzde kocaman bir gülümseme yayılır dudaklarımıza.
Onunlayken hayattaki tüm kötülükleri, tüm sıkıntıları hatta dünyanın geri kalanını unutuveririz.
Mini minnacık bir bebektin aşkım, şimdi büyüdün 1 yaşına geldin… Herkesin kendi çocuğu en güzeldir ya sen de dünyanın en güzelisin bana göre.
1 yıl önce hayatıma girdin, mavi elbiseli bir hastabakıcının kollarında. Ve itiraf ediyorum, bütün dengelerim altüst oldu, normal bir insan değilim artık. Kendimi en kötü hissettiğim zamanlarda bile telefonumun kapağını açtığımda şaşı bakan kocaman bir çift gözü görmek gülümsetmeye yetiyor. Oysa ne kadar korkmuştum o kayan gözlerini gördüğümde, bir sıkıntı mı var diye, neyse ki birçok bebekte karşılaşılan bir durummuş, göz kaslarına yeterince hükmedememek. Tecrübesizlik işte…J
Daha beni tanımıyorsun doğru dürüst, bir görmeden bir görmeye unutmuş oluyorsun, her seferinde baştan tanışıyoruz, bin bir maymunluk ve rüşvet oyuncaklar eşliğinde. Başıma gelenler geleceklerin teminatı, biliyorum ben. İlerleyen zamanlarda tanıyacaksın, hatta adımı söyleyecek, daha da sonra telefonda siparişlerini sıralayacaksın.
Bittim ben…
Şimdiden tüm varımı yoğumu sana harcamak istiyorum, neyse ki şimdilik oyuncak ve giysiden ibaret alınacaklar.
Gözümün önünde büyümüş halin canlanıyor: genç kız olmuşsun, ölüyorum meraktan, güzel olacak mısın acaba? Kokoş mu olacaksın? Yoksa sade mi? baban gibi araba sevdalısı mı olacaksın? Annen gibi titiz bir hanımefendi mi? şimdilik kepçe kulaklarına bakıp kendime benzetiyorum o minicik kepçeleri. Hayalim tüm gençlik sırlarının paylaşıldığı, yaramazlıkların birlikte yapıldığı, çatlak teyzelerden olmak.
Bugün 1 yaşına giriyorsun minik kuşum. Zaman çok ama çok hızlı geçiyor. Bazı şeyleri kaçırmaya değmeyecek kadar hızlı. Sen benim bir tanecik aşkımsın ve hep öyle kalacaksın!

8 Ağustos 2008 Cuma

KAYAN KAPILAR


“Sliding doors”
Hayatımda izlediğim en etkileyici filmlerden biriydi. Pek çokları tarafından çerezlik romantik komedi sınıfında değerlendirilse de bence sıkılarak izlediğimiz ve de bin bir çeşit saklı gizli mesajı keşfetmeye çalıştığımız “sanatsal” filmlerden çok daha anlamlıydı.
Filmde kadın kahramanımız (Gyweny Pathrow) bir gün işinden kovulur ve her zamankinden farklı bir gün içi saatte evine gitmek üzere metroya yönelir. Hareket etmek üzere olan metroya doğru koşarken dünya güzeli bir küçük kız yoluna çıkar ve geçmesini engeller.
İşte bu noktadan sonra film 2 farklı senaryo halinde gelişiyor. Birinde küçük kızı annesi kenara çekiyor, kahramanımız metroya binip evine ulaşıyor ve tatatatamm: sevgilisini kendi yatağında başka bir kadınla yakalıyor. Evi terk ediyor, kendini kuaföre atıp saçlarını sarıya boyatıyor (bu tabii ki kadınların klasik bunalım hallerini yansıtırken eş zamanlı ilerleyen iki farklı senaryoyu da birbirinden ayırmamızı sağlıyor) kendine yeni bir hayat kurmanın çırpınışlarını yaşıyor.
Diğer senaryoda ise önüne çıkan küçük kız nedeniyle metroya yetişemediğini, bir sonraki metroyu beklerken geçen sürenin de aldatıldığını öğrenmesine engel olduğunu izliyoruz.
Evet film gerçekten çerezlik bir romantik komedi bir taraftan…
Ama hiç düşündünüz mü, bu saniyelik hatta anlık seçimler, kontrolümüzde veya kontrolümüz dışında olan hiç önem vermediğimiz olaylar hayatımıza nasıl da yön veriyor. Hayatımız tıpkı bir ağaç gibi, her yaptığımız seçimde dallara ayrılıyor ve onlar da yine farklı dalları oluşturuyor. Ve bu sonsuz seçenekle devam ediyor…
En kötüsü de bir yoldan gittiğimizde diğer yollarda bizi nelerin beklediğini asla bilememek. Bilmeyi ister miydik, bu uzun uzuunn tartışılabilecek bir konu…
Seçtiğiniz her yolun size güzellikler getirmesi dileğiyle..