19 Şubat 2010 Cuma

İşte herkesin huzurunda itiraf ediyorum:

Ben spor yapmıyorum, yapmayacağım, yapmaya çalışmayacağım, yapmadığım için kendimi suçlu hissetmeyeceğim…

Peki nasıl geldim bu noktaya?

Sporla doğan ve hayatının bir parçası koşmak, yüzmek, yürümek olan insanlardan olmadım zaten hiçbir zaman. Ama hayatımın neredeyse üçte birine karşılık gelen son 10 yılında hep bu konuda eksiklik hissedip bir şeyler yapmaya çabaladım.

Neler mi yaptım?

Her yıl başka bir spor kulübü bulup üye oldum her şeyden önce. Bu kulüpler de sanki başlarına geleceği biliyor gibi yıllık dışında üyelik kabul etmiyorlar. Avuç dolusu paralar istiyorlar. Verdim, hem de kaç sene üst üste. Spor kulübünün üyelik ücreti için çalıştığım şirketten avans bile aldım. Böyle azimliydim bir zamanlar yani.

Her üye olduğum kulübe 3 kereden fazla gitmedim. Ve her yıl buna çok güzel bahaneler bulup, yeni kulüpler denedim. “Falan yerin havuzu yoktu o nedenle gitmedim, bak buranın havuzu da var kesin devam edeceğim”, havuzu olana üye ol. Bir sonraki yıl: “havuzu vardı ama evime uzaktı, bak burası hem havuzlu hem de eve daha yakın, bu yıl kesin ordayım full time”.
Sonuç mu? Söylemeye gerek var mı?


Ben sadece son geldiğim noktadan bahsedeyim: şu an yaşadığım sitenin kendisine ait bir spor salonu var. Gerçekten kendi evindeymiş gibi davranabiliyor insan. Hatta bir gittiğimde bisiklet çevirirken bir yandan da elimde kumanda plazma ekranda dizi izlemişliğim bile var. Bu konfora karşılık kaç kere gittim: 3

Evet itiraf ediyorum!

Artık spor yapmayacağım ve yapmadığım için kendimi suçlu hissetmeyeceğim.

Manken ölçülerinde olmadan da güzel ve mutlu olacağım!

14 Şubat 2010 Pazar

Radyoda bir haber: "Alexander McQueen evinde ölü bulundu!"

Benim ilk aklıma gelen ne peki? Samsonite mağazalarında AMQ tasarımı valizler satıyoruz, hemen vitrinlere yeni bir düzenleme yapalım, birer siyah çerçeve edinelim, adamcağızın fotografı ile onun tasarımı valizleri vitrinlere koyalım, dikkat çekelim. Tanımadığım, hayatımda hiçbir yeri olmayan birinin ölümüne üzülecek değilim tabii ki ama yine de bir ölüm haberinin ardından bu kadar ticari düşünmek de normal değil, kabul ediyorum.

Ama naapalım, pazarlama dünyasının içinde yaşamak bu hale getiriyor insanı. Yıllar önce sektöre ilk girdiğimde gazetenin sosyal ilan hedeflerinin belirlendiği dönemlerde dönen geyikleri duyduğumda nasıl da tavana vurmuştum (bilmeyenler için not: sosyal ilanların en önemli kalemlerinden biri vefat ilanları) şimdi onlardan beter oldum...

Hazır bu konudan başlamışken düşünmeye, günün anlam ve önemliyle de birleştirelim: Sevgililer günü, anneler günü, babalar günü vs. vs. vs. Pazarlamacı tarafım ve de beyin hücrelerim tüm bunların pazarlama sektörünün içimize enjekte ettiği numaralar olduğunu bilse de kadın tarafım bayılıyor hala çiçekler almaya, heryerde kalpler görmeye...

Sonuç mu?? bayılıyorum kadın olmaya ve bu kadınlık hallerine :) yani devam çiçek beklemeye, pırlantalarla, kalplerle, çiçeklerle, böceklerle mutlu olmaya..
Herkese mutlu bir sevgililer günü diliyorum..